Thursday, November 18, 2010

Bilmem

Merhaba. Ben Can. Çok az şey biliyorum. Evet,bu konuda gerçekten iddialıyım. Neye ihtiyacım odluğunu bilmiyorum,kalbimin neden hiç hızlanmadığını bilmiyorum,en sevdiğiniz rengi,doğumgünlerinizi ve yüzünüzdeki o zavallı ifadeleri nasıl edindiğinizi bilmiyorum. Tırnaklarımı neden yediğimi ve tükürmediğimi,şişkin dudakları neden sevmediğimi,erkeklere neden eziyet ettiğimi,kızların beni neden beğenmediğini bilmiyorum. Bazen sesler nasıl yükseliyor ve göremediğim insanlar nasıl konuşuyor bilmiyorum. Ve neden kulaklarımı tıkayamadığımı,genelde bakakaldığımı,kıpırdayamadığımı...

Şikayet etmek değil amacım. Sadece anlatmak. Dinleyen var mı diye düşünmeden konuşmak. Ve izin almadan susvermek birden bire. Tırnaklarımı kemiriyorum. İsteseydim bırakabilir miydim ? Yapacak bir şey neden hep arıyorum. Varken her yerde bekleyen sorumluluklar. Seçimlerim kurtuluşum muydu yoksa sadece daha acısız görünen infazlar mı.

Eşyalar..Bazen daha fazla almak istiyorum bazen hiç istemiyorum. Her zaman da neden istiyorum bilmiyorum. Ben de o bilmediği için üzülen ,sonra da inanmaya başlayan insanlardan mı olacağım? Zannetmiyorum. Kullandığım her kelime,her ifade,her iddia birbiriyle çelişirken bunu bile yapamayacağımı düşünüyorum. Yalanları fazlasıyla deştiğim için artık işime yaramazlar. Saklanmak için bile üzerime örtemem.

Gene tırnak yiyorum,bu sefer sol başparmağım. Artık kanamıyor bile.

Sağ yüzük,derken..

Sol serçe

Sol yüzük

Sanırım bitti evet..

Evet garip konuşuyorum. Tepki veresim bile gelmiyor. Ne kadar salak var. Nerede olduğumu bilmiyorum. Evet tabii herkes zeka sıçıyor. Birinin kafasının çalıştığını nasıl anlarsın ? Bence matematik işlemleri büyük bir kanıt değil. Hayatta kalma becerisi değil midir aslında ? Toplum da bir ormandan farklı değil bence. Onun da yırtıcıları var. Ben onlardan birisi miyim bilmiyorum. Hehe. Gerçekten hiçbir şey bilmiyorum. Tahmin ediyordum ama emin olmamıştım. Bildiğini düşünüp hakikaten de bilen var mıdır acaba... Annem saf olmadığımı düşünüyor. Ben saf olduğumu ve suistimal edilmeye açık olduğumu. Birileri bana sarılıyor ve sevdiklerini söylüyorlar. Sanki uzaktan gelen ulumalar gibi ama. Kulak deliğimden beynime gidene kadar rendelenip değersiz titreşimlere dönüşüyorlar. Benim için değerli olan nedir ? Şu anda zaman değil o kesin. Kafamın iyi olması belki değerli olabilir evet. Güneş turuncuyken kafamı cama yaslayıp yorgunluk içinde tozlu koltuklara gömüldükten sonra yaşadığım uyanma anındaki kafam da nedir öyle. Ne kadar güzel. Ne bir insan ne de madde öyle yapmıyor beni. Hep bir uyanış halinde olmak istemem bundan mıdır acaba. Farkına varmak ve terk etmenin kesiştiği nokta. Özgürlüğü kazanırken kaybedilen objeler,insanlar. Anlaşılamayan ve dolayısıyla harcanabilir görünen değerler,değerliler,bir de en sevdiklerim,değersizler...

Zamanında prens adalarında birinci olmuşum,hayatta hiçbir başarım yok gibi geliyor genelde. Altın madalya hala duvarımda asılı. Aslında giysi askısında. Ama askı duvarda. Sümük burunda mıdır burun kanalında mı gibi oldu. Şimdi düzgün yürüyemiyorum bile. Bazen sadece canı sıkılan bir çocuk olduğumu düşünüyorum. Daha küçükken okuduğum hikaye kitabının adı aynı zamanda. Ne saçma sapan yollardan geçiyordu. O kitabı bulmam gerek. Uzaya bile gidiyordu diye hatırlıyorum... Resimler hala aklımda. Acaba ne yapıp da sıkıntısından kurtulmuştu? Sıkıntı depresyon belirtisiymiş. Ama neden depresyonda olayım ki. Aklıma gördüğü en güzel gülüş geldi birden. Gözleri de orada. Sakalları arasındaki mesafe açılıyor derisi gerilirken. Dudakları kurumuş. Karanlıkta beklerken yolun gürültüsünü bile duymamışım.

Herneyse. İnsanların sıkıntımı gideremediğini daha önce de kanıtlamıştım. Aslında hayır. Başladığım her şey gibi o da yarım kaldı. Hayatımı eksik yaşıyorum. Harddrive gibi hep aralardan kırpıntılı ama. Uzaktan bütün ve dolu görünüyor. Halbuki hiç alakası yok. İçerideki yıkık manzarayla başbaşa buluyorum kendimi. Her defasında pencereden dışarıya bakmaya yeltendiğimde başka bir ayna görüyorum. Gene içeriyi görüyorum. Gördüğünüz gibi bol bol şikayet de ediyorum. Ellerim gerekecekmiş vsvs. Evet gerekecek ama beynim ve akciğerlerim be her bir yerim de gerekiyordu ama hepsini harcıyorum. Bedenimi harcıyorum. Belki de birgün hepsini içeriden oymayı başararak kaçacağım umuduyla. Sosyal zekam gerçekten düşük mü onu bile bilmiyorum. Bencil miyim ya da sevecen miyim ya da her ne ise. Sadece düşünmediğim için de olabilir. Kendimden bahsetsem de belki kendimi düşünmüyorum. Ama bu beni daha az bencil yapmaz sanırım. Eğer öyleysem. Her türlü birileri ilgi gösteriyor,ve gösterecektir. Uzun vadede düşünemiyorum. Ancak hayal kurabilirim. Umut etmek nedir ki tam olarak. Ot umut etse ne olurdu. Kuantum teorileri gerçekle örtüşüyor mu?

Sormam gerek,kime bilmesem de,olmalı mıyım boş konuşanların yanında diye. Neden sadece birbirimize dokunamıyoruz. Neden tatlar bu kadar bunalık ve kokular keskin? Aşırı duyarlı mıyım. Neyle karşılaştıracağım. Metin bu yüzden mi çıldırmıştı ? Birileri bana bu yüzden mi hayranlık duymuştu ? İçine çöken yıldızların güzelliği kalmıştır geriye. O kendisinden başka her şeye harikadır. Uzaktan izlenecek iç karartıcı ama merak uyandırıcı bir resim olmak istemiyorum. Kolları olmasa da umursamaz görünen bir heykel de. Vicky Christina Barcelona'daki kız gibi ne istemediğini bilmek de işe yarar mı hayatta? Birden bire çekip gitmek,beklentisiz,bilmeden,sormadan,sadece yaşamak yeter mi insana ?

Sunday, September 12, 2010

hayat bazen güzel
bazen daha güzel
bazen hiç de güzel demeye
varmaz dilim

sadece müzik dinlemek isterim
bir tek o dokunulabilir gelir
bir tek o dokunulmaz değildir
şakacı değildir
ama
ciddi de değildir

lol

yoo bir şey içmedim
ya da çekmedim
solunum yollarıma
:D
yani böyle işte...
2 gün sonra randevum var :)

Friday, September 10, 2010

Geldim Gördüm Beğendim :D

evet
artık derin bir nefes alabilirim
çünkü çıktım kendi ruhumun yüzeyine
kendimden nefret ettim sevdiğim kadar
sıkıldım bencillikten bile
kendimden ve
bu gözlerle gördüğüm her şeyden
iğrendim ve
terketmek istedim arkama bakmadan
gidecek yeni bir yer
vamış gibi
varolmuş gibi binlerce yıldır
bir kez bile
kurtarmış gibi boğulan bir aklı
erdirmiş gibi huzura
silinmeden yeryüzünden

anladım ve korktum
karıştırdım bazen
bazen de anlayamadım
inanmadım en azından
o hataya da düşmedim
yetmezmiş gibi
uğruna aklımı sıyırdıklarım

uzun zamandır yaşıyorum evet
dünya dönsün istediği hızda
ya da ufacık yıldızlar
evet belki bir enerji titreşiminden ibaretim
belki okyanusta bir damla bile değilim
ama farkındayım
hepsinin
ben de bir farkım
bütünü kadar en azından
kendime acıyamayacağım
bilirken her düşüncem ulaşıyor
daha uzak bir yere
galaksinin sınırlarından

olmamaya çalışmaya gerek yok
buradayım ve bundan memnunum
neredeyse kusursuz bu bedenin içinde

gülebilirim endişeler olmadan
onu kaybetmekten korkmadan
dişlerim dökülse de
ya da kanarken dadaklarım
gülebilirim canım yansa da
sanma ki ancak böyle
yerinde duracağından,
sadece
şikayetçi olmayacağımdan


-hepinizi seviyorum depresyonum bitmiştir ya da eninde sonunda bitme yoluna girmiştir,an itibariyle olmasa da,bundan bir 30 dakika önce :)

Wednesday, September 8, 2010

Parça Pinçik,Zaten O Da Ayrılıyor

Sadece müzik gerçek gibi geliyor.
Ki ondan da şüpheliyim.
Ama umrumda da değil.
Gerçekten kopuyormuşum gibi geliyor bazen
Uzaklaşıyormuşum gibi
Bir bakıyorum gene buradayım,demeyeceğim
Çünkü parça parça ayrılıyorum biliyorum
Duygular gidiyor
İstekler
Algılarım da hoşçakal diyecek gibiler yakında...
Hayal ediyorum
Konuşmuyorum
Ne kadar az şey yaparsam o kadar az şey bıracağım sanırım
Bu yabancı gezegende
Her şeyi anlamak o kadar kolay ki
Farkındalık nasıl bir işkencedir
Böyle bir potansiyel...
Harcanıyor.

Bazıları

Bazıları da özlemez
Arkasına bakmak için dönmez
Yolunu şaşırmaz
Yoksa da bir yol ortada

Müim olan görmektir der
Nereye gittiğini değil ama
Nasıl gittiğini bilmektir
Yaramasa da bir boka

...gelmedim ama gidiyorum


Hep

Hissetmiyor çünkü
Sinirleri kesilmiş
Yıpranmış
Ve üzerinde oynanmış

Hali yok başkasına bakacak
Kendi başını dik tutamazken
Kalbini taşıyacak yer yok kollarında
Doluyken acil çıkış planlarıyla

Sırıtmaya yüzü yok
Beklenti içindeki suratlara
Neden diye sorduğu da yok
Yokken gücü ağlamaya

Sadece izlemek istiyor
Ama neyi kendi de bilmiyor
Arandıkça batıyor daha da derine
Gizli dilekleri kayboluyor gözünün önünde

Herkes koşarken başlangıç peşinde
Bir şeyler de bitsin diyor
Kendi kendine ve
Bir kere daha iç çekiyor

Yorgunum

Uzun bir zamandır itiraf etmesem de derin bir depresyonda olduğumu düşünüyorum. Ve kanıtlarım var. Bir insanın yaşamaktan çok ölmeyi düşünmeye başladığı zaman içinden gençtiği değişimlere oldukça aşinayım. En ufak prblemde boğazını kesmeyi düşündüğünde konuşmanın bile ne kadar zor göründüğünün farkındayım. Kendime değer vermezken neden başkalarından beklediğim sorusuna ise bir yanıtım var artık: Başkalarına değer veriyorum. Değer vermenin ne kadar önemli olduğunu bildiğimden. Artık tüm sevgim boşa akıyor olsa da,yolun imgeleştirilmesinin geleceğe olan özlemi beslediğini hatırlıyorum. Hızlı düşünebilmek en uzak anlamıyla bir hediye değil,tam bir lanet. Dakikaları sayarken günler,yıllar nasıl geçecek... Sıkıntıdan kaçış için ne acılar çekeceğim,ve acılardan kaçmak için ne kadar sıkılmayı göze alacağım tekrar,ve tekrar... Bütün hırsım ve çalışmalarımın sonucu beni nereye götürecek? Hayatta kalmanın tek yolu hayatı unutmaksa,unutmamak için verilen bunca çaba neden ? Hatırlamak istemeyeceğin bir hayatı yaşamak neden?

Saturday, June 26, 2010

Bırak Gitsin

Çünkü sen zorladıkça ellerin kesiliyor
Ve akan her damlayla daha da kayganlaşıyor
Daha sıkı tutuyorsun
Daha da derinleri kirletiyor dikenlerin pası

Biliyorum zor
Bırakmak da,devam etmek kadar tutunmaya
Vazgeçmek zor
Korkmadan boş bulunup kendine sarılmaktan

Etini parçalamaktan
Ayırd edemezken yanıklarla çürükleri
Yorulmamak kendini kandırmaktan
Kirpiklerin donana kadar beklemek,zor

Bazen
Ama sen gene de,
Bırak gitsin
Lütfen


Thursday, June 24, 2010

One Love

Evet gittim ben de oradaydım ve epey eğlendiğimi söyleyebilirim. Daha önce bulunduğum festivallerden farklı olarak,gözüme çarpan herkes çok renkli idi ve hepsinin kafası iyiydi. Tabii ki bu uçmuş kalabalığın içinde ben de onlardan geri kalmamıştım. Eskiden tanıdığım bir sürü insan ile karşılaştım ve yeni insanlarla tanıştım. Daha önce duymadığım sanatçıları dinledim ve sevdim. Seneye de kesinlikle gitmek istiyorum.

Saturday, June 5, 2010

Can

Uzun süredir şiir (şiirimsi değil işte şiir olması için özel bir teknik ilerlemişliğe sahip olması gerekmiyor ) yazıyordum anca son zamanlarda bunu yapacak duygu yoğunluğunu kendimde bulamıyorum. Mantığım ağır basıyor ve daha teknik düşünüyorum. Artık o kadar da renkli değil hayallerim ve hatları ise oldukça keskin. Dolayısıyla ki bir süredir çeşitli bahaneler ve yalanlarla geciktirdiğim bir iş olan yazımsal dışavurumumu düz yazı ile yapacağım.

Nereden başlasam bilemiyorum. Son zamanlarda anlattığım ve anlatmadığım o kadar olay oldu ki. Buna rağmen eminim bir sürü insan için hiçbir şeydir yaşadıklarım. Ne var ki kendime kendi dışımdan bakamıyorum ve kendim hakkında nesnel olamam,basitçe,imkansız bu. Biriyle görüştüm ve bir sonraki hafta evine gittim,birbirimizin gömlek düğmelerini iliklerken gerçekten de iki erkeğin bir aynı evde oturup bir şekilde birlikte hayatlarını yaşayabileceklerine inanmaya çok yakındım. Kişinin kendi egosunu tatmin etmek için sonu gelmez soruları vardı bana ve en sonunda 'hayır' dedim. Onu istemediğimi söyledim. Üstelik bu üzerimde farkettirmeden kurmaya çalıştığı - ve neredeyse başardığı- baskısını bir anda ortadan kaldırdı. Yabani,korumaları yokolunca güvende olmadığını hissetti ve saldırıya geçti. 'Küstahlığım' için ödediğim bedel o apartman dairesinin içine hapsedilmekti. Bir süre sonra onu gene o çok iyi kullandığını zannettiği kelime oyunları ve sözsel mücadeleler ile yenmeyi başardım ve özgürlüğüme kavuştum. Merdivenleri inerken titriyordum ve sokağa çıkıp otobüs durağını sorarken bakkaldaki bayana,ağlamaya başladım. Durağa doğru kararlı ve boşvermiş bir hâlde bir yandan da kendime kendimi sevdiğimi hatırlatarak uzun adımlarla ilerledim. Gelen ilk otobüse nereye gittiğine bakmadan bindim ve gözüme tanıdık gelen ilk yerde inerek kampüsüme döndüm. Yol boyunca kendimi daha önce hiçbir etkinlikten sonra hissetmediğim kadar yorgun hissettim. Romadan aldığım euro cinsinden hayli pahalı gözlüklerimin altından tuz bakımından oldukça zengin göz yaşları aktı...

-yazar iç çeker-
Bu bir olaydı.

Bahsigeçen ve olay diyerek gözümde küçültmeye çalıştığım bu olayın ardından beni hayli etkileyen ne var ki bir takım insanlara hıçkıra hıçkıra anlattığım bir olay daha yaşadım.O olayı dışavurduğum için buraya yazmaya gerek yok.Ne var ki beni ne kadar,nasıl ve neden etkilediğini anlatabilirim.On dört,on beş yaşımdan beri -gerçekten de- heyecanlanmadığım için heyecan yaşama arzusu bende saplantı boyutlarına ulaşmıştı.İnsan inandığı şeyler uğruna inanılmaz şeyler yapabilir diye bir cümle dolaşıyor son zamanlarda ortalıkta.Ben diyorum ki,insan çaresiz olduğu zamanlarda en çok kendisine olmak üzere,korkunç şeyler yapabilir. Ve ben de yaptım,sonuçlarına da katlandım. Maalesef,sonuçlara katlanmak üzerinizdeki etkilerden kurtulduğunuz anlamına gelmiyor. Böyle bir şeyi yapmış olduktan sonra yaşadıklarım değil,bunu gerçekten neden yaptığım bilgisi beni -iyice hafifletecek olursak- sarstı. Sadece bir şeyler hissetmek için pislik muamelesi görmeyi bile göze alacak kadar alçalmış olmak. Çevremde bana tapan zavallılar varken kendim birkaç açıdan zavallı olduğumu farketmiş olmak. Yüzüme tutulan aynalar sadece yıkıp geçtiğim duvarların yere düşüp bana dönmüş arka taraflarıydı. Kimse bana beni göstermedi. Sadece ve sadece kendi hatalarım,kendi zavallılıklarım,kendi yaralarımdan başka hiçbir yerde kendimi görmedim. Hiçbir insanın gözlerinde yansımam yoktu. Olması da gerekiyor mu bilmiyorum ama bir şeyleri sadece gerektiği için istemeyiz değil mi ? Eksik olması gerekmiyor değil mi ? Yerine koymak için parçaları,sıvamak için çatlakları. Bir kırgınlık olması gerekmiyor değil mi? Şefkatli bir elin okşaması için beni...


Saturday, May 29, 2010

Kendini Yiyen Çocuk

Tepeden tırnağa
Baştan aşağı
Sağdan sola
Ve karşıdan karşıya

Tüketir kendisini
Ta ki tükenene kadar sivri dişleri
Toz olup dökülene ve,
Kurutana kadar kanayan dilini

Her adımda bir iz bırakır arkasında
Zifiri karanlık bir lacivert
Hayal kırıklıkları ve umutsuzluk tadında
Ne var ki çok güzeldir,çocuk onu göremiyor olsa da

O kadar doludur ki içi,
Acı verir her hareket damarlarındaki,
Ruhu kıyılır kalbinin her atışında
Düşünmez,yutar kendinden bir lokma daha

Sunday, April 25, 2010

Jean-Guillaume

Dün Akşam

Filmi falan boşverin başlı başına eşsiz bir hikayeydi.
Burçak ile birlikteydik ve birisiyle buluştuk. Onun malın teki olduğu sonucuna vardıktan sonra burçağa başka uğrak bir mekana gitme teklifinde bulundum ve çocuğu da kışkışladık. (Tabiri caizse artık.) Diğer yere gittiğimizde bir süre çevremizdekileri izledik ve -gerçekten de- çok eğlenceli sohbetlerimiz oldu. Sonra,onu gördüm. Kapıdan içeri girdiği anda dikkatimi çekti. Yanımızdaki masa az önce boşalmıştı ve o da oraya oturdu.Yarım saat civarında onu süzmüşümdür herhalde gözlerimle. Arzu dayanılmaz boyutlara ulaştı ve burçağa dedim ki;herkese yapmayı düşünmeyi bırakıp,yapmalarını söylerim. Ama kendim bunu gerçekleştiremiyordum. Cesaretimi topladım,belki de vodkanın etkisiydi,bilemiyorum ama artk önemi de yok zaten. Pardon! dedim. Ben Can! Tanışabilir miyiz? Am sorry i don't know turkish demesiyle benim ingilizceye dönüp döktürmeye başlamam bir oldu. Jean-Guillaume...Adaşım çıkmasına mı yoksa beni benden böylesine almasına mı şaşıracağımı şaşırdım. Uzunca bir sohbetin henüz kısa olan kısımlarında bütün iletişim adreslerimi almak istediğini söyledi ve ben de tabii ki verdim. Ardından sokağa çıktık,o sigarasını içerken burçak da yanımdan anlamlıca sırıtıyordu suratıma. Yanlış anlama ama seni öpebilir miyim? cümlesi dudaklarımdan döküldü. Yanlış anlamamış olacak ki,yakın zamanda bir yıllık bir ilişkiden çıktığını ve buna hazır olmadığını ama gene de çok tatlı olduğumu,üzülmememi falan söyledi. Ben de tabii ki geçirgen kişilik olduğum için üzülmedim ama gene de evet dese nasıl olurdu diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Yaklaşık bir saat daha -burçak bu esnada evine dönmüştü- onunla oturduktan ve birasını paylaştıktan sonra işini bitirmesi gerektiğini daha sonra da arkadaşlarıyla görüşeceğini söylemesi üzerine ben de alternatiflerimi değerlendirmek üzere ona hoşçakal demem gerekirken görüşürüz diyerek veda etmiş bulundum. İçerisinde telefon kablolarının bulunduğu kutunun üzerine dirseğimi dayamış bir telefon konuşmasının ortasındayken sırtıma yediğim bir şaplak ile fiziksel dünyaya geri döndüm. Kemal'di! Meydana kadar birlikte yürüdük ve -benim hızlı konuştuğumu hatırlatırım- bir sürü şey üzerine konuştuk. Ardından ona da görüşürüz dedikten sonra- sanırım benim de alışkanlıklarım var- başka bir yerde başka birini beklemeye koyuldum. Geldi,konuştuk. Sonra telefonumu kontrol ettim ve,Jean'dan bir mesaj;Arkadaşları dışarı çıkmaktan vazgeçmiş,bir şeyler içebilir miyiz diye soruyor! Elbette olur dememin üzerine 'meet me halfway' şeklinde bir mesaj geldi ve o anda dedim ki,hayatın kendisi kurguya ihtiyaç duymayacak kadar masalsı ve ilginç olabiliyor. Yüzümdeki gülümsemeyi gören arkadaşım olayı kavradı ve bana bir yere kadar eşlik ettikten sonra kendi yolula gitti. Ve karşımdaydı tekrar,iki saat geçmiş olmasına rağmen özlemiştim gülümsemesini. Sarıldık. İlerleyen dakikalarda dudaklarının tadını öğrendim,belinin ne kadar ince,ellerinin ne kadar sıcak,saçlarının ne kadar yumuşak olduğunu,ve boynunun ne kadar güzel koktuğunu.O andan itibaren her şey harikaydı. Bu sıfatı sonuna kadar hakediyor,hatta yetersiz bile tek kelime...Onu esnada gerçekten sevdim.Ona gerçekten aşıktım.Dakikaların haftaları zehir edebileceği gibi,anların yılları yeşertebileceğini gördüm.Ve bir ilk olarak şu işareti kullanmak istiyorum, :).

Monday, April 12, 2010

16 nisanda bir günlüğüne istanbula geliyorum sanırım . bilgisayarımı bile almamaya karar verdim. gerçek olmasa da bir hippi gibi yaşasmayı deneyeceğim. şu anda bölümün bilgisayar laboratuvarından ve bir mac kullanarak yazdığım için cümlelerimin pek de dğzgğn olmamasına izin vereceksiniz artık . birisi oldukça ağır bir parfüm sıkmış. güzel koktuğunu sanıyor olmalı. ne var ki iğrenç... istanbulla ilgili görüşlerimi bilen biliyor. ama düşününce,başka nereye gidebilirim ki...


sonra bu konuya döneriz

Sunday, April 11, 2010

Burçak'a Doğrudan Dert Yağmuru

Yaşam belirtisi göstermeden yaşayanlara gülerken ,samimi şekilde geçemediğimi farkettim. Takılıp kaldığımı.Benim de kendimi sınırlandırmaktan geri kalmadığımı. Umursayıp da etkilenmemenin her zaman sürdürmek için yıpratıcı bir uğraş olduğunu gördüm. Umursamamak istemiyorum,hayır bu ben değilim,derdim belki. Ama belirleyen nedir ki ? Kim olduğumu ne belirler. Ben belirleyebilir miyim ki ? Benim için birisiyken başkası için bambaşka bir şey olabilirim. Hangi birisine yetişeyim ki? Hangi birisine sorarak karar vereyim ki. Hangisine karşı çıkayım ve hangisini benimseyeyim ki? Hiçbir şey yapmadığım için solup gitmek,ya da her şeyi bir anda yaptığım için moleküllerime ayrılmak istemiyorum. Hiçbir konuda iyi olduğumu düşünmemeye başladım. İyi olduklarım varolmadığından ötürü. Sadece benim kafamda varsa o var mıdır ki...Kimse anlamıyor ve korkuyorsa var mıdır...Senin kafanın içinde olmak istemezdim çünkü çıldırırdım dedi bana istediğim insan.Bunun üzerine söyleyeceklerim süsten ibaret olacaktır.Yanık bir kekin üzerindeki içi geçmiş vişne tanesi...


Genetik anlamda oldukça avantajlı olsam da vücuduma eziyet ediyorum.Doğru düzgün beslenmiyorum.Bir de biyolog olacağım,pff.Bazı günler tek öğünle geçiyor . Halbuki telefonumun alarmı saat 8'e kurulu.Yataktan çıkmama yaramıyorsa,ne işe yarıyor ? Birini beğenmek için yüz mililitre bira gerekiyor. Masturbasyon yaparken aklımdan geçirebileceğim kimse yok hayatımda. Sosyal anlamda arzularla dolu ama amaçsızım. Nereye saldıracağımı bilmiyorum. Belli olmamasına ise hayret ediyorum. Burnuma güzel kokular gelmiyor. Bitkilerle bir hayat geçer mi? Sürekli müzik dinlememin nedeni ise duymamak için bir bahane. Artık dışarıdan bir ses gelmese bile müzik dinliyorum. Kafamın içinde .Tekrar ve tekrar. Belki de kendimi duymamak için. Bana şikayet ettiğim ben hakkındaki sıkıcı ifadelerden kurtulmak için.



O özel kişiyi aradığı ve ona kavuşma isteğine sahip olduğu için güldüm birisine. Kıs kıs güldüm. Acıdığımdan değildi bence. Oradaydım demek istedim sadece. Ama konuşmadım. Zaten farketmeyecekti,yorumum geçersizdi ve anlamsızdı. Bu kadar çok gülmemin nedeni bu. Zavallılar neye uğraşıyorsunuz? Çoktan kaybettiklerize ilk defa kavuşmak için mi!?


Ve bir kez daha,renkli yalanları sağır edene dek gülüyorum.

Monday, April 5, 2010

Kal

Yanımda kal
Kendime gelinceye kadar
Evrenin goncası solana kadar
Işıktan bir rüzgar ile savrulana kadar,kal

Dur ve izle gülüşümü
Gözlerimdeki tebessümü
Kuruyup toza dönüşene kadar
Benden arda kalanlar,aklından silinene kadar,kal

Yavaşça düşün
Yoksa bir hayatı atladığını
İtiraf etmeye dayanamaz yüzün
Utanç içinde yanarken,gözyaşların donana kadar,kal

Bekle ama durma
İnan ama aldanma
Hisset ama yıpranma
Uyu ama unutma
Git ama uzaklaşma

Biraz daha kal,
Sadece sonsuza kadar...

Sunday, April 4, 2010

Yaşamsız

Beni güzel yapın
Mükemmel ve tekil
Bir başıma
Beni eşsiz yapın

Beni parlak yapın
Karanlığım bulaşmasın
Becerikli parmaklarıma
Beni masum yapın

Beni sonsuz yapın
An kaplı kurşunlar
Cildimde yarıklar açamasınlar
Beni ölümsüz yapın

Beni dingin yapın
Darbeler zihnimdeki sarayları yıkamasınlar
Havuzlarımdaki çamuru kaldırmasınlar
Beni yaşamsız yapın


Friday, April 2, 2010

Sağlıklı

Ailemdeki herkesin psikolojik bir hastalığı var
Belki de hastalıklar aslında kutsamadır
Bunun genelgeçer bir formülü olduğunu sanmıyorum
Ama ben sağlıklı olmayı yeğlerdim gibime geliyor
İnsanlar sağlığın değerini bilmiyorlar
Stabil zihinleri olduğu için müteşekkir olmuyorlar
Şizofren olmak marifet sanki...
Büyük ihtimalle hayatımın bir döneminde ben de bir çeşit
Zihinsel hastalıktan muzdarip olacağım
Ama o zamana kadar (gerçi hala olup olmadığım meçhul)
Basit şeylerin basit görünmesine minnettar olma niyetindeyim


Burçak,22nisanda hazal da gelsin :D

Nisan 2010

Hollandadaydım! Çamurlu ve dar kanalların içinde bir kamyon lastiğine binmiş,ilerliyordum.Yanımda da bir sarışın vardı ama olmasa da olurdu.Sonra kanalların kesişip birleştiği bir açıklığa geldim ve karaya çıktım.O kadar yükseğe zıplayabiliyordum ki şehirin ötesindeki yeşil çimenli tepesi karlı dağları görebiliyordum.Hatta dağların eteklerinde devasa canlılar vardı,kafa tokuşturan ya da birbirlerine güç gösterisinde bulunan.Sonrasında,yanımdaki sarışının arkadaşlarının evine gittim.Ev sahipleri odadan çıkıp başka bir yere gittiler.Tekbaşıma kaldım.O esnada ortalığı karıştırdım ve aklımdan 'ne şanslı piçler' diye geçirdim.Tabii ki bu cümleyi kurmuş olmak rüyamda bile ''can'ın kişiliği no 375 : kriptomanyak''ın ortaya çıkmasına neden oldu.Dizüstü bilgisayarlarını çalıp bir yerlere doğru yola koyuldum ama neresiydi bilmiyorum.Ardından uyandım zaten.Ama genel olarak .ok güzel bir rüyaydı.Bir önceki gece sarhoşken uyumuş olmamın etkisi olabilir.

Sonuç,ana fikir,tema,ne demek istersen artık:
Bu soruyu yanıtlamak için psikoestetik uzmanı olmak gerekmiyor,daha önce görmediğim bir yerlere gitmem gerek. Oradaki insanlarla kaynaşmam gerek.Dünya insanı olmam gerek :D

Artık Herkes Dokunuyor

Dokunmatik olduk!
Bir gün dokunmadan da halledebileceğimizi düşünüyorum

Kendimden örnek vermeyi ne kadar severim bilirsin
Bak,ben dokunmuyorum

Bakışlarınla müdehale etmek
Zihin gücü değildir de nedir?

Fantezi değil ki bunlar
Günlük hayatta kullanıyorum

Artık herkes fantastik değil mi zaten?
Sen de dokunmadan tuşla

Sen de fantastik ol
Sen de bir tane ol

lol

Monday, March 29, 2010

Yükseklik Korkusu

Yerlerde sürünenlerin hayata bakış açısıdır
Öyle korkarlar ki yokuşlara bile tırmanamazlar
Haliyle bir yere de varamazlar
Ancak aşağılara ve aşağılıklara koşarlar

Bok ve püsürün içinde kaybolurlar
Umutsuzca yüzeydeki pisliği geçen bir ışık ararlar
Ne var ki gözlerini de batık gemilerden ayıramazlar
Durmadan kulaç atsalar da kendileri de batmaktadırlar

Uzun kolları vardır,ve yapışkan parmakları
Zehirlemek için dokunurlar
Felç ederler başındaki haleden aşağısını
Kendilerine bakmazlar,çünkü göreceklerinden korkarlar

Yıldızlara küfrederler
Kıskançlıkları bedenlerindeki bir parazit gibidir
Haketmeseler de tatmin beklerler
Ama bilmezler ki her şeyleri çoktan sindirilmiştir

Zavallılar

Bu blogu burçaktan başkasının okumadığını düşündüğüm zamanlar bir şeyler yazmak daha kolaydı.

Kenarda,köşede,
Sıkışık sokaklarda dolanırlar
Karanlık ve pis kokan
Balkonların altlarında

Günışığından pek bir rahatsız olurlar
Gözleri kafalarının içine dönükken kaybettiği için işlevini
Uzun zaman önce yarattıkları derme çatma dünyalarından
Alamadıkları için geri

Dağları yıkılır ve bulutları alevlenip tükenir
Bir damla suyun değmesiyle kırılgan ciltlerine
Ne var ki yoktur vazgeçmek onlar için
Baştan ve en baştan başlarlar bitmek için yeni bir sonda

Yaşarlar sadece ağlamak ve acımak için kendilerine
Aynaya her baktıklarında suçlamak için evreni
Açık konuşmak gerekirse herkesi,
Hâricen atan her kalbi

Düşleri her kırıldığında parçalarını çiğerler
Kızarmış gözler ve ıslak yanaklarla
Kanasa da solgun dişetleri,devam ederler
Sadece haklı çıkmak için bir gün daha

Bazen seller baştan düzer
Şahsi hapishaneleri olan beyaz çöllerini
Renksiz ve sıkıcı bir yer olan
Buruklaşıp yırtılmış zihinlerini

Yeni hedefler ve boş hayaller
Kendinden gelen eminiyetler ve tek taraflı sözler
Ne var ki bir çarkı koşarak geride bırakamaz en hızlı kobaylar
İşte,bu yüzden onlara deriz ki,zavallılar...

Saturday, March 13, 2010

Gene De Mutluyum

Kırmızı dudaklar
Kırmızı yapraklar
Kırmızı dallar
Kırmızı yollar
Kırmızı ayakkabılar
Kırmızı tırnaklar
Kırmızı saçlar
Kırmızı şafaklar
Kırmızı yanaklar
Ve kırmızı...

Sarı güneşi gördüm
Sırıttı yüzüme
Öyle parlak ki alev alıp da söndüm
Dedi ki 'merak etme'

Gri bulutlar yarışıtı
Her biri diğerinin kuyruğunda
Bir an için kendi ayağına takılıp kaldı
Ne var ki korkup kaçtı,bakınca gözlerimdeki karanlığa

Her şey aydınlıktı bir kez daha
Yalandı bütün geceler
Gerçek ise fazla güzeldi saçmak için ortalığa
Bana özeldi ve korudum onu bitene kadar bahaneler için dilimdeki heceler

Mavi damarlar
Mavi gözler
Mavi eldivenler
Mavi çiçekler
Mavi kayalar
Mavi gökler
Mavi rüyalar
Mavi aylar
Mavi dumanlar
Ve mavi...

Sevdim ama istemedim
İstedim ama ihtiyacım yoktu
İhtiyacım vardı ama çekici gelmedi
Çekici geldi ama yırtıcının tekiydi
Yırtıcıydı ama yırtılmıştı yüreği
Yüreği yırtılmıştı ama atıyordu inadına
İnatçıydı ama umutsuzdu
Umutsuzdu ama denemekten vazgeçmiyordu
Vazgeçmiyordu ama unutmuştu amacını
Unutmuştu ama yoktu bir teselliye ihtiyacı
Yoktu bir ihtiyacı
Yoktu bir barınağa ihtiyacı
Yoktu yüzüp de üstüne kuşanacağı
Bir ruha ihtiyacı
Vardı bitmek tükenmek bilmeyen arzuları
Sonsuzdu tokluğu kadar açlığı
Memnuniyeti ise kana susamış bir ağaçtı
Işık görmeyen yerlerde kayaları delip geçerken
Yıldızların huzurunda tüm hayatı kutsardı

Beyaz eller
Beyaz atkılar
Beyaz dişler
Beyaz teller
Beyaz tüller
Beyaz çarşaflar
Beyaz tavanlar
Beyaz tuvaller
Beyaz yalanlar
Ve beyaz...

Soğuktu ellerin evet
İtiraf ediyorum işte
Hepinizin huzurunda söylüyorum,yoktur mükemmelliyet
Pişman olmadım tek seferinde bile

Tutuşurken aklın hayallerle
İzledim alnından kayan tuzlu damlaları
Yaşadım baştan ve baştan,başbaşa kaldım defalarca bu sahnelerle
Reddetmedim anılarını,hele de çıkarıp atmışken süslü peruklarını

Olmadığın kadar güzelsin
Olmadığın kadar özelsin
Benim için varolmadığın kadar benimsin
Benim için kahrolacağım kadar sensin

Alışmak mümkün ama kabullenmek değil,göremediğin üzere
Hayır,kolay değil hissetmek dilimde o tuzlu ıslaklığı
Canımı yakmadığın her anda güldüğümde
Kusurlarını özlemek,görürken ben aynada,makyajı akmış bir soytarıyı

Wednesday, March 10, 2010

Buralı

Sıcak bir günde zamandan kopuk,yürüyordu bittiyse de yaz çoktan
Kamaşırken gözleri doğan güneşin ışıklarıyla,gece daha yeni başlıyordu
Kırmızı otların arasında yükseldi bir orkestra gibi sayısız canlının şarkısı
Dinlemeyi severdi olmasa da ölümlülerin sahip olduğu türen kulakları

Rüzgarın yalamasıyla çıplak vücudunu,kıkırdadı kısık bir sesle
Ne var ki karşılık buldu coşkusu ve dalgalandı renkler dört bir yanında
Gözyaşları dökülüyordu ama üzgün değildi,unutmuştu artık hissetmeyi
'Tek bildiğim' diye başlayacakken söze sorardı kendisine,ne biliyorsun ki diye

Dert etmezdi boşlukları gene de,olduğu için onlar da bütünün bir parçası
Barışıktı kendisiyle,yaktılarsa da iç organlarını,affetmişti bütün şeytanları
Büyülenirdi hatta ne zaman görse o parlak boynuzlarını
Kutlardı ve dile getirirdi hepsine minnettarlığını

Koşmak istemezdi kaçıracağından kendine aşık bu manzarayı
Güzelliği akıp heba olacağından ruhundaki çatlaklardan,acele etmezdi
Tekbaşınaydı ama yalnız değildi,onu asla terketmeyen kendileriyle başbaşaydı
Sıkıldıysa da bir zamanlar artık anlamıştı ki onlar da sorgulama nedenleri arasındaydı

O kadar güçsüzdü ki fırtınalar içinden esip geçerdi,asla yere eğilmezdi
Düşse de yıldırımlar aklındaki yıldızlara uzandığı ellerine,vazgeçmezdi
Kendini yakanların arasından geçerken soluduğu paslı hava bile
Sonsuza dek sürecekmiş gibi duran gülümsemesini kıramazdı

Savrulduysa da yüzüne jiletler,başını çevirmedi geriye
Aklını gagaladıysa da en sapkın hayaller,dönmedi bir deliye
İnattan değildi,sadece,sadece demediği içindi
Burada olmasa bile,buralı olduğu içindi




Buz Pisti

Mart 2010

Çok güzel kayıyordum ama çok kalabalıktı.Küçük çocuklar vardı ortalıkta dolanan ayakta zor duran. Onlara da çarpıp o momentumla hepsini duvarlara yapıştırıyordum . Aslında çok eğlenceliydi.Sonuçta ben güzel kayıyordum.Öyle ki çok hızlı giderken zıplayıp gene yere inip buzları da her tarafa sıçratarak durmayı bile başarıyordum.Sonra ormanın kenarındaki bir buz pistinde de kaydım ama orada bir fuar vardı ve pist takım elbiseli adamlarla doldu ve renault clio model arabalarla. Ben de bütük o sıkışıklığın içinden kendimi yeşil çimenlere attım .En azından bunu başardım.Gene de tatmin olmuştum o ana kadar ki ilerlememden .Uyandığımda yenilenmiş hissettiğim rüyalarımdandı.

Mart 2010

Dokunduğum insanlar geçit kapıları gibiydi ve onları turuncu sarı karışımı aydınlık bir ışın yumağı olarak görüyordum.Ne var ki vücutlarının ana hatları belirgindi. Birisine dokunduğumda o da benim bir parçama dönüşüyordu ve gittikte artıyorduk büyümese de boyutumuz. Daha parlak ve reaktif bir hale geliyorduk. Başka insanlara dokununca onlar üzerinden bir sıçrama yaşıyorduk ve gene seçenekler vardı ve sarımtrak ışıklar karanlığın içinde. Her zaman bir seçenek vardı gidecek yerler vardı. Çok güzeldi. Hızlıydı,endişesizdi saftı ve karmaşıktı .Sevdim.Uyandığımda fiziksel olarak 60 kilogramlık altın külçe gibi hissetsem de psikolojik olarak onarılmıştım.


101 numara

9 mart 2010

100 numaraya tuvalet derler bilirsiniz ama bu 101 numara mutfağın yanında.Haşkanmakta olan makarnamı karıştırırken bir yandan da ders kitabımdan iskelet sistemlerini okumaya çalışıyordum ki çaprazımda duran ocağın üzerine konan közler dikkatimi çekti.Közleri koyan kişiye bunlarla ne yapıyorsun diye sordum ve öğrendim ki odanın içinde nargile içiyorlarmış!Gerçi burada yazdığımdan anlaşılıyor olabileceği kadar şaşırmadım çünkü daha önce de oradan nargile kokusu geldiğini farketmiştim.Bilirsin Burçak burnum çok keskindir.10 dakika civarında konuştuktan sonra kişi tarafından odasına davet edildim.Yemeğim bittikten sonra hemen oraya gittim ve yatağın üzerine oturdum.Uzun süre boyunca sohbet ettik ve bana nargile ile beyaz bira ikram etti.Bu noktaya kadar yeterince garip bir durum olmadığını düşünüyorsanız şunu dinleyin:Aniden 'benim oda arkadaşım gey' demez mi!Heyecanımı gizlemek için şaşkın görüntümü abartmak zorunda kaldım.Hatta nargileyi çekerken yanlıkşıkla nefes vermeyi unuttum ve öksürdüm.Kişi,belli bir ölçüde homofobik olmasıyla birlikte bazı şeyleri de aşmış görünüyordu.Gecenin ilerleyen saatlerinde oda arkadaşıyla da tanışma fırsatı elde ettim. Ve o çok övündüğüm kavrama yetim üzerine yemin edebilirim ki,10 sene aynı evde yaşasam anlamazdım.İşte o kadar sıradan davranıyordu.İlkokulda yaşadığım 'am görmek isteyen arkama geçsin' muhabbetini analtmaya başlayınca tabii ki hepimizin keyfi yerine geldi. Hatta two girls one cup'ı izleyip izletmek bile nasip oldu.Yanlış hatırlamıyorsam gece 3 civarında odama geldim ve kütük gibi uyudum demek istiyor olsamda aslında birkaç kere uyandım ve içki ile nargilenin ortak etkisi nedeniyle halüsinasyonlar gördüm.Sabah uyandığımda da saat 1'deki dersime 9'da gittim.İşte o derece uçmuştum.

Friday, March 5, 2010

Yaşanmış Olaylar Dizisi 1

Drama topluluğundan bir arkadaşımın önerisiyle içinde bulunduğum (bence) absürd durumlaru yazıya dökme ve belgeleme gereği duydum. Olur da 15 sene sonra okursam koparım diye.

2008 Yaz
Çocukluk arkadaşım olan sinan ile liseden arkadaşım olan kardeleni anlaşabileceklerini düşünerek tanıştırdım.Nitekim çok iyi anlaştılar ve ben ikisinden biriyle görüşmek istediğim zamanlar ikisiyle birden görüşmüş bulunuyordum.Bir akşam birlikte nevizadeye gittik ve sinanın da başka bir 'çift' olamak üzere arkadaşları gelmişti. O ikisi zaten kaymışlardı . Özellikle de dişi olan.Benimkiler onların tam karşısına oturdu ben de dikdörtgen bar masasının dar köşesine tabure üzerine oturmuş bulundum. Bu durum tabii ki pek hoşuma gitmemişti ve rahatsız edici derecede sembolik görünmüştü! 4ü 2çift olmak üzere çılgınca yiyiştikleri için o gece kimseyle konuşamamıştım ve canım sıkılmıştı. Sonra eve de yalnız döndüm. Bir daha ikisiyle birden görüşmedim . Neyse ki ... Bir süre sonra da ayrıldılar.

2010 Şubat sonu Mart başı
Netten tanıştığın bir insan olan Çağkan'ın daveti üzerine ankarada bir mekana gittim. Yanımda kendi okulumdan ve liseden tanıdığım odtüde okuyan bir bayan arkadaşım da vardı.Memetcan ve Yağmur oluyor bu kişiler.Masamızda (memetcanın sonradan belirttiği üzere) oldukça aykırı açık görüşlü ve ...genel anlamda garip insanlar vardı. Çağkan eski sevgilisini kıskandırmak amacıyla benim onunla sevgili taklidi yapmamı istedi. Memetcanın gene sonradan belirttiği üzere çapkan yapmacık davranıyormuş.Ben de çağkana gerçekten gerçekçi görünmesini istiyorsa öpüşmemiz gerektiğini söyledim ve o straight mekanda öpüşmüş bulunduk. Bu her ne kadar aykırı görünse de aslında benim straight insanların arasında 3. öpüşüşümdü. Birincisi istanbulda sugar cafenin bahçesinde tutucu ve kısa boylu matbaa çalışanlarının aşağıdaki ortamı dikizledikleri bir anda gerçekleşmişti ve tepeden yuhalamaları duymuştuç İkincisi ise ankara tunalıda bir manav (nedense sürekli önünden geçip duruyorum) karşısında tam anlamıyla sokakta öpüşmek suretiyle elde edilmiş bir anıdır.Hatta bu olay üzerine çocuğun kız arkadaşı 'her randevu öpüşmeyle bitmez' demişti. Ama bence sorumluluk benden çok,bana dandik vodkayı içirdikten sonra 'şu anda ne yapmak istiyorsan onu yap!' diyen başka bir adamın idi. Konuya dönecek olur isek,memetcanın harika gözlemlerinden öğrendim ki çağkanın eski erkek arkadaşı bize bakarken 'gossipgirl tarzı bir yüz ifadesi değişimi'ne kaptırmış kendini.Kısaca yüzünü ekşitmek ile 'envy' arasında bir şeymiş anladığım kadarıyla. Gözünüzde canlandırabildiğinize emimin. Bana bunu anlattığında altıma edecektim neredeyse. Ayrıca o çocuğun bana 35 tlyi benden alarak kendisi de aynı miktarda ortaya koyup bir şey satın alma teklifi üzerine çağkan çok kızmıştı çünkü çocuk parayı alıp siktiri basıyormuş. Okumakla adam olunmuyor evet ,ama okumamakla da olunmadığını kanıtlamış olduk böylece.Ayrıca,benim eski erkek arkadaşım çok kalın ben çok darım diyen bir kız,prada gözlükler takan heykel bölümünden abaza bir erkek de gecemizi renklendiren öğelerden'miş.


başlık bulamadım

Kendini boyuyorsun
Işığın görünmesin diye
Kapatıyorsun perdeleri
Ardı ardına

Kendini boğuyorsun
Çığlığın duyulmasın diye
Unutuyorsun gerçekleri
Kalana kadar tekbaşına

Umut ediyorsun
Bıkkınlığın bitsin diye
Tırmalıyorsun buzdan çitleri
Sırıtana kadar karşındaki naaşına

İstekle kuduruyorsun
Yutkunurken salyaların akmasın diye
Parçalıyorsun yumuşak etleri
Çıkana kadar bir iskelet karşına

Alev alıyorsun
Çırpınırken boş yere acını söndürmeye
İtiraf ediyorsun ettiğin tün eziyetleri
Vazgeçerken her şeyden bir affediliş uğruna

Thursday, March 4, 2010

Örnek Rüyalar

Örnek rüyalar.
Burçak ilgini çekebilir bu ,tamamen exclusive :D

Annemle babamı 6 yaşımdayken kıyma makinesinin içinde öğütülürken görmüştüm. Çevremde siyah granitten duvarlar vardı. Gökyüzünü görebiliyordum . Karanlık bulutlar ve yıldırımlar. Soğuk görünen bir hava ama sıcak . Yağmur yağmıyor. Birisi tarafından izlenmeye zorlanıyordum. Aşağıya bakarken hepsi. Epey korkmuştum. Sonra uyandım. Hala hatırladığıma şaşırmıyor değilim. Görüntü hiç gözümün önünde gitmedi .

Gene o yaşlardayken,çölün ortasındayım. Gökyüzü açık mavi sarı arası. İnce bulutlar var. Çölde bir vakum oluşuyor. Belki bir çukur. Bütün kum deliğin içine doğru çekiliyor. Ama bir girdap yok. Ben de kumlarla beraber deliğe düşüyorum. Düşüş eğlenceli. Uyuştuğumu hissediyorum. Uyanıyorum.Bu rüyayı da unutmam ama benim için rahatsız edici bir anısı yok.

18 ya da 19 yaşımda gördüğüm bir rüya. Uzaya fırlatılacak bir roketin tepesindeyim ve roket ateşleniyor. Ben de inanılmaz bir hızla atmosferden dışarıya doğru ilerliyorum. Ama roket atmosferden çıkmak yerine geri düşmeye başlıyor. Hızlıca yere yakınlaşıyorum. Yere inebildiğimi hatırlıyorum. Ve uyandım. Uyandığımda epey iyi hissediyordum.

Japonyadayım. Bir uçurum var . Uçurumun dibinde okyanus. Sular o kadar berrak ki o yükseklikten bile dibini görebiliyorum. Atlıyorum. Su soğuk ama çok güzel. Dibe dalıyorum . Rengarenk bitkiler ve balıklar var. Sarkıtlar görüyorum. Dışarı çıkmak istediğim zaman sular birden yükseliyor ve kolayca karaya çıkıyorum. Uyandığımda iyi hissediyordum.

Yeşil otlardan yapılmış bir labirentin içinden çıktıktan sonra altın sarısı kumları olan ve gri suları olan bir deniz kıyısına varıyorum. suya giriyorum ve su sıcak.Dalgalar büyük ama rahatım. Eğleniyorum. Uyandım.

Ve olay rüyaya geliyoruz!! :D
Uykuya daldığım gece nette gördüğüm bir oteli rüyamda gördüm. Bu otel ukranada bir uçurumun 'yanına' inşa edilmiş ve kocaman!! Otelin bir ayağı denizin dibine gidiyor.Ve o ayağın üzerindeki zıplama tahtasından aşağıya atlıyorum. Gene büyük dalgalar var sular gri ve yağmur yağıyor ama sıcak.Korkmadan yüzüyorum . Sonra kıyıya çıkıyorum. Gene altın sarısı kumlar ama koyu renkli. Gökyüzü Gece. Yerler gündüz gibi aydınlık. Güçlü'yü görüyorum! :D sudan çıktıntan sonra bir şeyler konuşuyoruz. Sanırım elinde sörf tahtası tutuyor. Arkasını dönüp giderken bir şey bağırıyorum. Duyuyor ve dönüp göz kırpıyor . Tekrar önüne dönüp yürürken arkasından büyük bir sırıtış ile onu takip ediyorum ve o anda her şey bembeyaz oluyor ve uyanıyorum. Uyandıktan sonra yaşama sevinciyle doldum :D Ve hala devam ediyor.

o zaman o zaman çok tanıdık bir şarkıyla bu yazıyı kapatalım!!

It isnt very hard to see from where i see theres noone to blame
i opened up my eyes to see the world in so much pleasure
not pain
as she looked into my eyes i knew i might not see her again
its changing and its hard for me to stay the same
she answers all the questions
things i find so very hard to say
as i close my eyes i heard her
whisper goodbye
all these questions that im asking
feel very foolish anway (goodbye)
as i turn the corner
i heard her whisper again (goodbye)
it's what she said (goodbye)
its what she said (goobye)

Bulutlar

Bir kumaş parçası
Bir şeker paketi
Ve bir de toplu iğneden oluşuyordu
Seni anlatan kütüphane rafım

Kumaş,
Gecenin karanlığında bile seçilebilen
Kırmızı böğürtlenlerin arasında sevişirken
Dieknlerine taktığın gömleğinden...

Şeker paketi,
Meyveleri sevdiğimi duyduğun ilk günden
Bana özel edindiğin lolipopun çevresine sarılırken
Dişlerimle yırtıp söktüğüm şekerinden...

Toplu iğne,
Kendi doğumgünümü bana hatırlatmak için
Küçük mantar panoma iliştirdiğin,hani dökülen
Kırışık pembe kağıdın üzerinden

...

Dikenler çok fazlaydı
Düşününce dolaşan kanımız ne kadarcıktı
Savunmasızdı kendi arzusuyla
Karışmak için bir başkasıyla

Kuralsızdı ve
Dolayısıyla ışıktan hızlı akıyordu
Göremiyordun haliyle
Ama biliyordun gittiğini uzaklara

Göremediğin kadar uzaklara
Yuvarlak olmasaydı bile dünya
Hayal edemediğin kadar soyutlara
Yetişebilseydin bile rüyalarına

Çekildiğini hissettin iplerin
Zincirlerin
Dikenler dolanmış zincirlerin
Omurganın merkezinden

Çekildiğini hissettin derinlere
Zorladıkça kökleri çekmeye
Yeryüzüne
Onları çıplak bırakan güneşe

Başın kilitlendi gökyüzüne
Değildiyse de bu senin isteğin
Büyüdü gözbebeklerin
Kesildi nefesin

Tek bir kelime çınladı aklında
Söyleyemeden sen daha
Kayboldun bir fırtınada
Sesin de karışıp gitti gri bulutlara


Saturday, February 20, 2010

Yirmi

Bilgisayarımın iddia ettiğine göre bu gezegendeki bilinçli halimin yirminci yılının 1 saat 2nci dakikasımı yaşıyorum şu anda.

Yirmi yaşına girmek çok sayıda -en azından beni şaşırtacak kadar- birey tarafından önemli bir tecrübe olarak görülüyor.Benim için yirmi yılımdan önceki son geceyarımın sonlanışı tekbaşına pek bir şey ifade etmedi doğrusu.Ne var ki arkama baktığım zaman bu kadar az zamanda ne kadar çok şey yaşadığımı görüyorum.Yaşadıklarım sadece 'yapmak ve olmaktan' ibaret değildi.Yaşadıklarım fiziksel evrenin sınırlarından oldukça uzakta ve titreşen ses tellerinin tasfir edemeyeceği kadar güzel şeylere yakındı.Dehşeti güzelliğin içinde bulunduran,hatta varoluşunu korkunçluğuna borçlu olan türden güzellikler...Artık doğasını hatırlayamadığım bir motivasyon ile içlerine atıldığım serüvenler.İyi ve kötünün göreceliğinin tartışıldığı bir dünyada,varlıklarını sorguladım.Zıtlıkların soyut bir resimde bile iğreti durduğunu ve sınırların sadece bir seçimden ibaret olduğunu anladım.Hesaplamadım ama boş durmadım.Sordum ama yanıt almayı beklemedim.Aşık oldum ve hâlâ aşığım.İsimsiz ve şekilsiz,var ya da yok denemeyecek şeylere.Nedenler bu kadar keskin ve netken nedensiz mutluluğu tattım.Gözlerimden yaşlar gelene kadar güldüm ve gülmekten başka seçeneğim kalmayana kadar ağladım.Sıcak eller tuttum ve soğuk dudakları ısıttım.Herkesi affettikten sonra kendimle barıştım.Kendimi sevdim ta ki hüzünlenene kadar.Çok yalan söyledim,hepsi gerçekti.Doğrularla kirletmedim şeytanların koşturduğu karanlık rüyalarımı. (burada yazarın gözleri dolmuştur)

Mükemmel olmadığıma sevindim defalarca.Yaralarımdan akan rengarenk kusurları hayranlıkla izledim.Sonlara aldanmadım asla,bir sondan başladığım için ben de.Yeni dünyalar yaratmaya çalıştım,aklımın perdelerini parçaladım,kendimden kaçarken attığım her adımda daha da uzamış pençelerimle.Defalarca yanıldım.Defalarca hayallerim kırıldı ve yağdı başımdan aşağı kızgın mızraklar gibi.Defalarca etim kavruldu endişe ve korku içinde.Ne var ki birgün gördüm güzelliği bütün bunların içinde.Kendime zarar verdim.Bedenime de ruhuma da.Amaçsız değildi,olsa da anlamsız genellikle...Tatmin oldum.Zevki yaşadım ve yaşamak isteyenlerin yolunu açtım.Olamadı sevgiden ve şefkatten birazcık daha iyi,hiç itiraf etmediysem bile.Şansın bir yanılsama olduğunu düşündürtecek kadar şanslıydım.Bunun bir bağış olmadığını düşündürtecek kadar zekiydim.Zaman asla yetersiz gelmedi.Bu yüzden hep sıkıldım,hep öfkeliydim.Artık bu kadar kızgın ya da kırgın değilim.

Tekbaşımaydıysam da yalnız değildim.Değilim.

Arkama baktığımda,hiç de arkada kalmış gibi görünmeyen bir şey görüyorum.Başlangıcım yok,sonum yok.Hiç belirmediğim gibi hiç kaybolmayacağım.Susmadığım için konuşmayacağım.Sadece olmasa da,izliyorum.Ve her an bir öncekinden daha mutlu,daha üzgün,daha yoğun,daha gerçek.

Rüya gördüğümü bildiğim bir rüyadayım.


eklenti:yeni şarkımı buldum sanırım burçak oku ezberle vs. only you-david palmer

i can feel, feel your love
you're down there
i'm somewhere above you

i can feel, feel your pain
i feel the same
are we insane

if it's ok i'd like to stay
down here with you
far away from their eyes

cause they don't know what we've been through
they don't care
they just lie

cause i'm the one they will replace
with another face
an empty soul

i'm the one they would replace
cause i have no grace
only you... only you
there's only you... only you

Saturday, February 6, 2010

Burçak,epeydir yazmıyordum biliyorsun.Biraz içime kapanmıştım belki.Son zamanlarda aklım bedenimden sıyrılıp gidiyor gerçekten de.Hatırlamıyorum hayallerim bittiği anda tekrar bakarken şaşırmış yüzlere.

Dave Gahan'ın aşmış şarkısıyla olaya girmek istiyorum.O şarkı içimdeki güçlü duyguları dışavurmamda oldukça yardımlı oluyor bana.

I sit and i wait,and i stare
Wishing for a divine intervention
To lift me from my chair...

Olur ya zamanlar güçsüz hissedersin
Çivilenmiş gibi ruhun küskünlüklere
Öyle yorgun ki kendine acıyacak halin kalmamış
Öyle bitkin ki bir nefes daha hayat çekecek mecalin kalmamış
Koşmamışken henüz en kısa mesafeyi dahi
Yanıp kül olmuş bileklerin
Yetmezmiş gibi ne zamandır eriyip gittikleri
ıhhh tıkandım :D kasmayacağım :D

L2L2U B8BS